Mitoloji’nin Büyük Aileleri Atreus Soyundan: “Tantalos ile Niobe”

Tantalos, Zeus’un oğluydu; babasının bütün öteki ölümlü çocuklarından daha çok değer verilirdi ona. Tanrılar onun kendi sofralarında oturmasına göz yumar, ölümlülere yasak olan Ambrosia’yla Nektar’dan yiyip içmesine bir şey demezlerdi. Bu kadarla kalsa yine iyi bir keresinde sarayında verdiği bir şölene gittiler, onun sofrasına oturmak alçakgönüllülüğünü gösterdiler. Ama o, karşılık olarak taunlara öyle kötü davrandı kİ, hiçbir ozan ondan yana çıkmadı bir daha. Tantalos, tek oğlu Pelops’u öldürttü, büyük bir kazanda kaynattırdı, sonra da tanrıların önüne yemek diye koydu. Herhalde öylesine nefret ediyordu ki tanrılardan, onları yamyam durumuna düşürmek için biricik oğlunu bile gözden çıkarmıştı. Belki de o saygıdeğer tanrıları aldatmanın ne kadar kolay olduğunu akla gelmeyecek bir oyunla göstermek istemiştir… Ölümsüzleri o kadar küçük, kendini o kadar büyük görüyordu ki, konuklarının önlerine konulan yemeğin ne olduğunu anlayabileceklerini düşünememişti.

Düpedüz aptallık etmişti Tantalos. Olympos’lular anlamazlar mı hiç? Korkunç yemeğe ellerini bile sürmediler; kendilerine bu oyunu oynayanı Öyle bir cezaya çarptıracaklardı ki, bunu duyanlar bir daha onları küçümsemeye yeltenemeyeceklerdi. Hades’in göllerinden birine yerleştirdiler Tantalos’u. Tantalos, susuzluğunu gidermek için göle her eğilişinde sular çekiliyor, doğrulduğu zaman da dizlerine kadar yükseliyordu. Gölün üstünde yemiş ağaçlarının armutlardan, – narlardan, al al elmalardan, sulu incirlerden ağırlaşmış dalları sarkıyordu. Tantalos, bir yemiş koparmak için elini uzatmaya görsün, rüzgâr hemen dalları savuruyordu. Böyle kalmaya mahkûmdu; kuru boğazı, aç karnıyla sonsuza kadar yaşayacaktı.

Tanrılar, Pelops’u yeniden canlandırdılar; ama fildişinden bir kol yapmak zorunda kaldılar ona, Tanrıçalardan biri bazılarına göre Demeter, bazılarına göre ise, Thetis bilmeyerek o iğrenç yemekten yemişti. Çocuğun parçaları bir araya getirilince, bir omuzun eksik olduğu görüldü. Ne olacak ölümsüzler bunun da bir kolayını buluverdiler.

Pelops’un korkunç öyküsü, katılığını yitirmeden günümüze kadar gelmiştir. Sonraları Yunanlılar bu öyküden hoşlanmamışlardı. Pindaros, Gerçeği yalanla değiştiren bir öykü bu insan etini hiç yer mi kutsal tanrılar diyor. Her neyse… Pelops’un hayatı bu olaydan sonra mutluluk içinde geçti. Tantalos’un soyundan gelenler arasında başı derde girmeyen tek kişi o oldu. Birçok kimsenin ölümüne sebep olan Hippodameia’ya tutulduğu halde…

Hippodameia’nın babasının çok güzel bir çift atı vardı. Onları kirala Ares vermişti; bu yüzden bütün ölümlü hayvanlardan üstündü o atlar. Kıra], kızını evlendirmek istemezdi; ne zaman onunla evlenmek isteyen bir genç çıkagelse, önce babasıyla yarışmak zorunda kalırdı. Yarışı kazanırsa Hippodameia’yı alır, kaybederse canını verirdi. Böylece bir sürü yiğit güzel Hippodameia’nın uğruna can verdi.

Pelops bunu bilmiyor değildi; değildi ama tehlikeyi göze aldı. Poseidon’un armağanı olan atlarına güveniyordu. Yarışı kazandı. Bu başarıda atlarının olduğu kadar Hippodameia’nın da parmağı vardı. Genç kız, ya Pelops’a tutulmuş, ya da artık bu yarışlara bir son verme zamanının geldiğine inanmış olacak ki babasının arabacısı Myrtilos’u parayla kandırdı. Myrtilos, kralın arabasının tekerleklerini gevşetince yarışı Pelops kazandı. Sonraları, kendisinin Hippodameia’yla evlenmesini sağlayan arabacıyı öldürttü Pelops. Bazıları aileyi kasıp kavuran felâketlere asıl bu davranışın sebep olduğunu söylerler; ama yazarların çoğuna göre, torunlarına uğursuzluk getiren, Tantalos’dur.

Bu soydan gelen kimse, Tantalos’un kızı Niobe’ninki kadar korkunç bir cezaya çarpıtılmamıştır. Oysa herkes, tanrıların, kardeşi Pelops’a davrandıkları gibi davranacaklarını sanmıştı ona. Evlilik hayatında mutluydu Niobe. Kocası Amphion, Zeus’un oğluydu. Lyra çalmada kimse yanşamazdı onunla. Amphion, bir keresinde ikiz kardeşi Zethos’la birleşerek Thebai’nin çevresine yüce bir duvar çekmişti. Güçlü kuvvetli bir adamdı Zethos, kardeşinin sporla değil de, sanatla uğraşmasını küçümserdi. Ama iş duvarı yapmak için kaya bulmaya gelince, kardeşi kendisinden baskın çıktı. Lyra’ından öyle büyüleyici ezgiler çıkarttı ki, içlenen taşlar, onun ardından taa Thebai’ye kadar geldiler.

Thebai’de Amphion’la Niobe, uzun bir süre mutluluk içinde egemenliklerini sürdürdüler. Ama Tantalos’un küstahlığı, Niobe’nin içine yerleşmişti bir kere. Pelops’un kardeşi, kendisini bütün ölümlülerden üstün görüyordu. Zengindi, soyluydu, güçlüydü. Yedi tane yiğit, yakışıklı oğul, yedi tane de birbirinden güzel kız doğurmuştu. Tanrılara babası gibi gizliden gizliye değil, açık açık meydan okumayı koymuştu aklına.

Thebai halkına, kendine tapınmalarını söyledi bir gün. “Leto benim yanımda nedir ki?” dedi. “Topu topu iki çocuğu var: Apollon’la Artemis. Benimkiler onların yedi katı. Üstelik ben kraliçeyim. O ise Delos’a sığınıncaya kadar, yersiz yurtsuz gezginin biriydi. Artık Leto’ya değil, bana tapacaksınız.”

Kendi gülleriyle bası dönenlerin kızgınlıkla söyledikleri sözler gökyüzünde hemen duyulur. Çok geçmeden Apollon’la Artemis, Thebai’ye geldiler, bir vuruşta Niobe’nin bütün çocuklarını yere serdiler. Niobe, yas içinde, o genç, güçlü gövdelerin yanma çöktü. Yüreği taş kesilmişti sanki. Gözlerinden oluk gibi yaşlar akıyordu. Tanrılar, gece gündüz ağlayan bir taş parçasına çevirdiler onu.

Pelops’un iki oğlu oldu: Atreusla Thyestes. Uğursuzluk bütün gücüyle onları da sardı. Thyestes ne yapıp yapıp kardeşinin karısını elde etti. Atreus, kardeşiyle karısının seviştiklerini anlayınca, akla gelmeyecek kadar korkunç bir ceza düşündü. Thyestes’in iki küçük çocuğunu öldürüp parça parça doğrattı, kaynattırdı, babalarının önüne yemek diye koydu.

Kardeşi kral olduğu için Thyestes’in elinden bir şey gelmedi. Atreus’un çocuklarıyla torunları, bu davranışın cezasını çektiler.